6 Kasım 2009 Cuma

KADIN SÜNNETİ HAKKINDA ...




GİRİŞ



“Kadın sünneti” ile ilgili son yıllarda Amerika ve Avrupa ülkelerinde yükselen ateşli tartışmalar, yalnızca Orta ve Kuzey Afrika ülke toplumlarında tarih boyunca süregelen klitoridektomi ve infibulasyonların gerçekleştirilmesi üzerinden değil, bu toplumlardan Amerika ve Avrupa ülkelerine göç edilmesi ve uygulamaların bu ülkelerde de devam etmesi üzerinden de yürütülüyor. Bu konu özellikle Fauziya Kasinga isimli kadının klitoridektomi ve zorla evlilik nedeniyle ABD'den sığınma hakkı talep etmesiyle medyanın da ilgisini çekmiştir. ( Walley 1997:333)

Hassas bir konu olmasına karşın ya da tam da hassas bir konu olması sebebiyle feminist antropologlar konuya yeteri kadar ilgi göstermemişlerdir. Aslında dikkatle analiz edilmesi gereken bu konu; bireyin bedeni, kişi, cinsellik, aile ve ahlak konularıyla ilgili olması, dahası kültürel farklar, kadın ve gelenek çatışması hatta sömürge çağının toplumsal cinsiyet yaklaşımı hakkındaki anlatımları gibi karmaşık oyunlar sebebiyle daha da gerginlik yaratıyor. Batılı olmayan toplumlar ve batılılık tartışmaları da cabası...


Bu operasyonlara yönelik, 70'li yıllarda feminist antropologların “cinsel sakatlama” yaklaşımıyla başlayan bu süreç, 90'lı yıllarda küresel kitle iletişim araçları ve çok uluslu şirketler, bununla birlikte sığınmacı, mülteci, turist, göçmen gibi ayrımlarla birlikte birinci ve üçüncü dünya ülkeleri kavrayışıyla tanımlanmaya çalışılmıştır. Sürekli genişleyen küresel çağda Afrikalıların tartışmanın her iki tarafında da değişik roller üstlenmesi, ulusal ve sosyal sınırların geçirgenliğinin artmasına işaret eder. Sonuç olarak bu tartışmalar çağdaş boyutta evrensel insan hakları ki bu hakların kadınları nasıl içerdiği ya da dışladığı, azınlıkların kültürel hakları ve çokültürlülük kavramları ile tartışılmaktadır. Tam da bu sebeple feminism ve antropoloji arasında da bir gerginlik yaratmakta, kültürel görelilik ve politik zulüm gibi gibi zıtlaşmalarla anılmaktadır. Bu noktada Strathern'in sorduğu sorulara değinmekte yarar var. (karş. Walley 1997: 334)



“Feminist siyasi kaygılar hangi noktada antropolojinin en önemli unsuru olan kültürü anlama/algılamayla rekabete başlar, feminist antropologların sadakati nerede durmaktadır?

Neden kadın cinsel organ operasyonlarını “ya/ya da” terimleriyle anlama eğilimi vardır? Başka bir deyişle ya kültürel görelilik ya da politik zulüm...” (akt. Walley 1997: 334)


Karmaşık bir konu olan kadın cinsel organı operasyonları hakkında Christine J. Walley konuyu ikili bir perspektifle ala alarak çözümlemeyi deniyor. Saha araştırmasını 1988 yılında Kenya'nın Kikhome isimli kasabasında gerçekleştiriyor.



Adlandırma Politikası: Sünnet, Sakatlama ya da İşkence?


Walley; Kadın üreme organı operasyonlarının isimlerinin ingilizce de farklılaşması gibi uygulamada da farklılıklar gösterdiğini belirtiyor. Bahsedilen isimler; kadın sünneti, klitoridektomi, ekzisyon, infibulasyon, genital sakatlama ya da işkence... İsimler ve uygulamalar; Endonezyadan Ortadoğu'ya, Avrupa'dan Amerika'ya değişiklikler gösterir. Ancak yaygın olarak Afrika'nın; Sudan, Somali, Etiyopya, Mısır, Kenya, Tanzanya, Nijerya, Togo, Senegal, Mali gibi ülkelerinde görülür. Uygulamalar Müslüman, Hristiyan, Yahudi, ve yerel Afrika dinlerinde de gözlemlenmektedir. Yaklaşık 100 milyon kadının bu uygulamayı yaşadığı tahmin ediliyor. (Walley 1997: 335)

Operasyonların farklı uygulamaları aşağıdaki gibi sıralanabilir. (Lightfoot-Klein 2009)

Sünnet : Üstderinin cerrahi olarak çıkarılması
Sunna : Kadın üstderisinin (prepusunun) ampüte edilmesi
Klitoridektomi : Klitorisin cerrahi olarak kesilmesi [buna ekzisyon da denmektedir.]1
İnfibulasyon : Klitoris ve dudaksılın cerrahi amputasyonu ve daha sonra vajinanın nerdeyse kapanacak kadar dikilmesi




Walley; bu uygulamaların Avrupa ve Amerikan tarihinde de yer aldığını aktarmaktadır. Örneğin Romalılarda da kadın kölelere bir pin-iğne ya da fibula-toka tutturulduğunu, infibulasyon isminin de buradan geldiğini aktarmaktadır. (Walley 1997:335) Avrupa ve Amerikalı doktorlar ise “klitoridektomi”yi seks düşkünlüğü ve mastürbasyonda sözde tedavi olarak kullanmışlar. Walley'e göre; “Uygulama ve isimler değişse de yani bu duruma sünnet dense de (kızlarda ya da erkeklerde) bu muamelenin yol açtığı cinsel duygunun kalıcı olarak kaybını gizlemek için kullanılmaktadır.” (Walley 1997: 335) Yazar; makalesinde sünnet gibi mistik bir sözcüğü kullanmaktan sakınıyor. Buna benzer biçimde cinsel sakatlama ya da işkence gibi sözcüklerden de sakındığını belirtiyor. Çünkü bu ifadeler (cinsel sakatlama, işkence); anne babaların çocuklarına kasıtlı olarak böyle bir işlem yaptığını öne sürmüş oluyor. Bunların yerine Walley kadın cinsel organı operasyonu terimini kullanmayı tercih ediyor. (Walley 1997: 335) Daha önce değinildiği üzere dünyanın değişik bölgelerinde din ve etnisite ayrımı olmadan bu operasyonlarla karşılaşılmasına rağmen; “batılılık bu konuyu bir kültürel üstünlük biçiminde yorumlamaya yatkın” bir tavır sergilemektedir. (Walley 1997: 336)




Sünnet seremonileri


Walley; Kikhome'daki saha araştırmasında kendisinin bir lise ingilizce öğretmeni olarak görev yaptığını ancak yine de dışarıdan birisi olduğunu ve bu uygulamalara tanık olmanın kendisini çok etkilediğini vurgulamaktadır. (Walley 1997:336) Kikhome'da Bukusular ve Sabaotlar olarak iki grup yaşamaktadır. Bukusular yalnızca erkek sünneti, Sabaotlar ise hem kadın hem erkek sünneti uygulamaktadır. Çalıştığı lisedeki kadın ve erkek öğrenciler seremonilerden gururla bahsetmekte ve Walley'i kendi seremonilerine davet etmektedirler.

Seremoniler herkesin katıldığı dansların, renkli kıyafetlerin, makyajın olduğu bir şölen havasında gerçekleşmektedir. Kızlar hazır olduğunda yetişkinliğe geçiş için izin isterler ve ardından birkaç ay boyunca seremonilerde gerçekleştirecekleri dans ve şarkıları öğrenme sürecine girerler. Öncelikle bir eğlencenin yapıldığı törenlerde, eğlencenin ardından sünnet edilecek kız bir çeşit yıkanma töreninden geçer. Bu törende özellikle annesi tarafından verilen cesaretin hemen ardından operasyon gerçekleşir. Erkekler erkek sünnetçi tarafından ayakta, kızlar yere oturmuş ve sponsorlarına yaslanmış biçimde bir kadın sünnetçi tarafından sünnet edilir. Burada önemli olan, göz dahi kırpmadan hiç bir acı belirtisi göstermemektir. (Walley 1997:337) Walley'in bildirdiği bu anektodlar toplumumuza hiç de yabancı değildir. Keza metinde geçen Walley'in sponsor olarak tanımladığı kişi kirveden başkası değildir. Bu haliyle Walley'in aktardığından fazlasını kendi kültürümüzün sünnet düğünlerinde gözlemleyebiliriz. Sirre-Lioneden bildirilen bir haberde ise Laurel Bangura isimli bir kadın “geçiş töreninin özü kayboldu. Eskiden birkaç yıl sürerken şimdi birkaç haftaya indi.” demektedir. (SIERRA LEONE: Kız sünneti seçim kazandırıyor 2005)


Walley, bu kültürü daha iyi anlayabilmek için okulunda öğrencilerine yazdırttığı kompozisyonları veri olarak kullanmaktadır. Kompozisyonlarda; kimileri bunun 'kendi gelenekleri' olduğunu, kimisi evlilik öncesi 'hamile kalmayı engellemek' için, kimisi ise bunun başkan Moi ve Hristiyanlığa göre 'yasak olduğunu' ve yapılmaması gerektiğini savunmuştur. Walley bu kompozisyonlarda yazanların gerçek düşünceleri olup olmadığını yani bu uygulamalara karşı olanların bile tepeden bir diktenin ürünü olup olmadığını kestirememektedir. Daha da derinlemesine incelemek isteyip oradaki halk ile konuştuğunda ise örneğin muhafazakar görünümlü genç bir kadın “inançlı olanın acı hissetmeyeceğini” söylemektedir. (Walley 1997:338)

Bu konuda daha ilginç bir anektod ise bu kızların görüşülen yere göre tutumlarında değişiklik göstermesi. Örneğin bu tutumlar (sesler); yetişkinlerle kalabalık ortamlarda, kızlı-erkekli gruplarda veya sadece kızların olduğu ve hatta bu kızların tek başlarına olduğu durumlarda değişmektedir. Bu durum Freud ve Irving Goffman'ın her kendiliğin kamusaldan özele, bilinçlilikten bilinçsizliğe bir çok katmana sahip olduğu düşüncesinin mirasıdır. Bunun dışında başka bir anektod ise şöyledir. Okulda yapılan eğitsel bir münazarada Sabaot'lu yeni sünnet edilmiş bir kız, kadın sünnetinin nedenini sorgularken, Bakusu'lu bir kız ise neden kendi yöresinin erkekleri gibi sünnet olmalarına izin verilmediğini sorgulamaktadır.

Walley'e göre, bu törenler genç kızlara toplumda saygınlık, kendine güven ve gurur sağlamasına karşın bedeli ağır olmaktadır. Bu bedel cinsel hazzın azalması, cinsel yaşamlarının gelişmemesi olarak ödenmektedir. (Walley 1997: 339)



Antropoloji Literatüründe Kadın Üreme Organı Operasyonları


Walley; Antropolojide Arnold Van Gennep, Victor Turner, Max Gluckman, Richards ve Goldschmidt gibi akademisyenlerin erginlenme törenleri hakkında çalışmış olduğunu ancak bu isimlerin klitoridektomi gibi spesifik bir konuda bilgi vermediğini aktarmaktadır. Örneğin Goldschmidt Sebeiler arasında yaptığı saha araştırmasında “ekzisyonların kadınların cinsel arzularını kontrol etmekten çok Sebei kadınlarına erkek egemenliğine karşı kollektif bir güç kaynağı sunmakla alakalı olduğunu iddia etmektedir.” (akt. Walley 1997: 339)

Bu araştırmacılar dışında Hayes ve Boddy gibi isimler Sudan'da infibulasyonlar üzerine çalışmışlardır. Her ikisinin analizleride kadının motivasyonunu, kurban olarak değil, bir katılımcı olarak analiz eder. Hayes 1975 yılındaki makalesinde özellikle yaşlı kadınların bu uygulamaların önemli destekçisi olmalarının sebebini, aile gruplarındaki pozisyonlarına bağlar. Bu da babasoylu ailelerde kadının erkek tarafına katılması ile gerçekleşir. Müslüman, Hristiyan ve Akdeniz çevresi toplumlarda aile onuru kadının cinsel saflığına bağlıdır ve böylece Hayes'a göre; yaşlı kadınlar, ailenin genç kızlarını infibulasyonlar aracılığıyla; sosyal rezalete sebep olan kontrolsüz tecavüz, gayrı meşru çocuk ve cezalandırıcı ölümden korumaktadır. Bu uygulamalar yaygın yargılamaların aksine sebepsiz değildir. (akt. Walley 1997:340) Walley, Sabaotlarda da benzer biçimde babasoyluluğun olduğunu, kadının kocasının ailesine dışarıdan geldiği ve aile içi sosyal statüsünü çocuk yaparak yükseltmeye çalıştığını belirtir. (Walley 1997:340)

Janice Boddy'e göre; Hofriyat'lı kadınlar sosyal varoluşlarına erkek gibi davranarak değil farklılıklarını vurgulayarak ulaşır. Kadın bedeninde erkekliği temsil eden klitorisin alınması bu yönden önemlidir. (akt. Walley 1997: 340) Paralel olarak Boddy, Mali toplumlarında da kadınların yalnızca temiz olmak için değil aynı zamanda erkeksi kalmamak için bunu yaptığını eklemektedir. (akt. Walley 1997: 341) Bir Kenyalı kadın öğretmen ise Boddy'nin yorumunu desteklercesine sünnetli kadınların erkeklerin aksine cinselliğin kölesi olmayacağını, arzularını daha kolay kontrol edebilme yetisi kazanacağını söylemektedir. (akt. Walley 1997: 341) Kimilerine göre; bu arguman viktoryen feministlerin ahlaki ve cinsel üstünlüğe dayanan iddialarını çağrıştırmaktadır. (akt. Walley 1997: 341) Buna benzer şekilde bir Sudan'lı doktor da klitoris kaybının diğer duygu alanlarıyla yani duygusal fantezi ile telafi edilebileceğini yazmıştır. (akt. Walley 1997: 341)


Görünen o ki, Walley; bu operasyonların sadece hazzı yok etmek için değil bu yolla kadın cinselliğinin kontrol edilebilmesi dahası bunun babasoylu toplumlarda doğurganlığın hakimiyet altında tutulması için olduğunu düşünmektedir. (karş. Walley 1997: 341-2)


Walley bu tespitlerin sömürge öncesi, sömürge dönemi ve sömürge sonrası dönemlerde nasıl değiştiğini sorgularken tarihçi Claire Robertson'ın çalışmalarına başvurmaktadır. Robertson ;


“[Kikuyu] kadınların[ın] kollektif hareketleri; 1920'lerden 1990'a; cinsellik ve doğurganlık kontrolü ile ilgili kaygılar taşıyan [yani] ataerkil olarak kabul edilen organizasyonun daha belirli bir biçiminden; kadınların ekonomik aktivitelerini teşvik eden sınıf-tabanlı kadın dayanışmasına kaymıştır.” (akt. Walley 1997: 342)


Böylelikle Robertson'a göre kliteridektominin önemi azalmıştır. Buna karşın Goldschmidt'in bir çalışması Kikuyu'ların aksine, Sabaot'lar arasında uygulamada bir artış olduğunu göstermektedir.



Uluslararası Tartışmalar



70'lerde Second Wave Feminism (ikinci dalga feminizm) hareketinin gündeme taşıdığı ve yeniden oldukça ilgi çekici bir konuya dönüşen bu operasyonlar, 90'larda Alice Walker'ın romanından (1992) uyarlanan Warrior Marks ismindeki film (1993) ve NOW (National Organisation for Women) gibi kuruluşlar aracılığıyla tıpkı 70'lerdeki tavırla ele alınır. (Walley 1997: 343-4) Bu tür literatür (1978-1994) genellikle Afrikalı kadını; ataerkil yapının kurbanı, kendi düşüncesine sahip olamayan, yanlış bilinçlenmiş, cahil, kendi seslerini duyurmalarına izin verilmeyen, yahut erkeklerin piyonu gibi tasvir eder. Örneğin; Hosken (1981); bu kadınların dış dünyadan soyutlanmış olduğunu, bu operasyonlara karşı duramayacak durumda olduklarını belirtmektedir. (akt. Walley 1997: 344)

Görüldüğü üzere bu bakış açıları, “kadınların alternatif güç kaynaklarını ve otoritelerini, sosyal cinsiyet ilişkilerinin, [farklı zamanlarda] farklı yerlerde, kültürel ve tarihi olarak nasıl inşa edildiğini yok sayan” genelleştirmelerdir. Antropolojik düşünceden yoksundur. (akt. Walley 1997: 345)

Batı odaklı literatür, kültür ve gelenekleri sorunlu-sorumlu tutmaktadır. “Kültür”ü bir sosyal grubun; tarihsel ve kapsayıcı, değişken, inançlar ve pratikler bütünü olarak tanımlamak yerine anlamsız, modern öncesi dönemden kalmış, zamansızlaştırılmış “örf ve adetler” olarak tanımlarlar. Bu tanımlar benzer yanlışlarla “üçüncü dünya” karakteristiğini de belirlemektedir. Örneğin, Pratibha Parmar kadınların “gelenekler tarafından iyileşmeyecek şekilde incitildiğini” ilan eder. (akt. Walley 1997:345) Parmar, Walker'la beraber Warrior Marks'ta (Walker&Parmar 1993) “kültür işkence değildir” sloganını benimsemiştir.

Fransa'daki kadın cinsel operasyonlarına karşı açılan yasal mücadelenin öncülerinden avukat Linda Weil Cruiel cezaları askıya alınan Afrikalı göçmen aile için şöyle söylüyor;

“Gerçek suçlu ebeveynlerdir. Çocuklarının canını yakacaklarını bile bile yinede ... bıçağa gönderiyorlar. ...bunun affedilecek bir tarafı yoktur. ...” (akt. Walley 1997: 345)

Walley'e göre burada göçmen ebeveynler -avukatın kendisi gibi- kültürleri ötesinde düşünemedikleri için ayıplanmışlardır. (Walley 1997: 345)

ABC televizyonunun Day One programı sunucusu Forrest Sawyer, “bu vahşi ve sakatlayıcı ritüel kültür ve geleneğe öylesine bağlıdır ki kadınlar binlerce yıldır bunu durdurmaya güçleri yetmemiştir. Aslında tabular öyle güçlü ki bunlara maruz kalan kadınlar konu hakkında konuşamazlar bile.” (akt. Walley 1997: 345) Sawyer'a göre kültür işte böylesine ağır birşeydir. (Walley 1997: 345)

Walley, Fauziya Kasinga olaylarını geleneğin baskıcı doğası olarak niteleyen New York times makalesindeki ironileri vurgulamaktadır. Kasinga elit, liberal, “modern”, Togo'lu varlıklı bir ailenin kızıdır. Sünnet olmaya karşı olduğu için Amerika'ya sığınmıştır. Yazılan makaledeki ilk ironi anlatım şeklidir. Kasinga daha önce belirtildiği gibi modern bir ailenin kızı olarak anlatılırken yine de egzotik ve yerel geleneklerle birlikte anılmaktadır. Bu anlatılar ise kanlı törenleri, sürgünleri, aile ata kültlerini öne çıkarmaktadır. İkinci olarak, medya; Kasinga'yı onaylamadığı sosyal normlara karşı çıkmaya cesareti olan genç bir kadın biçiminde yüceltmek yerine, Afrika kültür ve toplumlarını bütün olarak baskıcılıkla suçlamayı tercih etmektedir. Üçüncüsü ise; bu makale kabile gelenekleri ile Pennysilvania Hapishanesi prangaları arasında paralellikler ileri süren bir retoriğe sahip oluşundadır. Kasinga siyasi ilticasında bu hapishanede kalmaktadır. Bu ironi ABD'deki özgürlük varsayımıyla-Kasinga'nın ayağındaki prangalar; Afrika ülkelerindeki geleneklerin şüphe duyulmayan baskısı ile oradaki elit yaşamı arasındaki ironidir.

Bir diğer örnek Tilman Hasche isimli avukat hakkındadır. Lydia Aluloro ismindeki kadın, kızlarının kurtulabilmesi için ABD'ye bu avukat aracılığıyla dilekçe verir. Şöyle söyler. “Açıkçası bu kimin kültürünü ihlal etmek olursa olsun umurumda değil. Bence bu sakatlama, bir kişinin ruhsal ve fiziksel bütünlüğüne uygulanan şiddettir.” (akt. Walley 1997: 346) Bazılarına göre ise kültürel inançlar deliliktir. (Walley 1997: 346)

Bütün bu Afrika kültürünü kötüleyen anlatılara karşın özellikle batı tıbbında, batı kurum ve değerleri akılcı ve kültürden arınmıştır. Bu ikili karşıtlık rasyonel batı ve gelenekçi diğerleri arasında kültürel ayrımcılığı ortaya çıkarır. Burada özellikle sağlık problemlerine dikkat çekilmektedir. Toubia'ya göre; “sağlık sonuçları gerçek ve rahatsız edicidir. Klitoridektomi için kanama ve enfeksiyon hastalıkları, buna infibulasyonda dahil olduğunda işeme, cinsellik ve doğumda zorlanma, su toplama ve kist oluşumu gibi hastalıklar mümkün olmaktadır.” (akt. Walley 1997: 346)

Afrika çalışmaları derneği kadın komitesi (Women's Caucus of the African Studies Association) ise konunun daha geniş bir bağlamda incelenmesi gerektiğini zira bu sağlık sorunlarının ortaya çıkışında kötü beslenme, temiz su kısıtlılığı ve uygunsuz sağlık hizmetlerinin de etkisinin olduğunu bildirir. (akt. Walley 1997: 346)

Yine başka bir konu acı ile ilgilidir. Çoğu literatürün kadın cinsel organı operasyonlarını işkence olarak nitelemesinin sebebi çekilen acıdır. Kikhome'da erginlerin sünnetinde bu acı dini anlamda önemlidir. Buna karşılık infibulasyon ya da sunna operasyonlarında anestezi de uygulanabilmektedir. Her insanın acıya vereceği tepkinin aynı\benzer olduğu varsayılırken bu acının farklı durum ve kültürler içinde kontrolününde farklı anlamları vardır. Bu bağlamda çoğu geçiş törenlerinde -ki buna Amerikan askeri kampları ya da Hint münzevi yaşantıları da dahildir- böyle bir acının varlığına vurgu yapıldığıda bilinmektedir.(Walley 1997: 346-7)

Sonuç olarak çoğu batı merkezli ya da Avro-Amerikan söylem bu operasyonlara karşı olmaktadır. Walley; bunu birinci dünya ve üçüncü dünya olarak ayırdığında ise aşağıdaki gibi bir tablo çıkarıyor. (Walley 1997: 347)

Birinci Dünya

modernite
bilim
uygar
özgürlük
aktör olarak kadın
sağlık bilgisi



Üçüncü Dünya

gelenek
hurafe
barbar
işkence / baskı
bastırılmış kadın
cehalet / hastalık


Bu ikili zıtlıklar ve kümülatif etkisi “birinci ve üçüncü dünya ülkeleri” ya da “biz ve onlar” ayrımıyla bir dikotomi anlayışını devam ettirmektedir. (Walley 1997:347)

Bu bölünme Walker'ın romanında da apaçık bir biçimde görünmektedir. Tatminsiz bir cinsel yaşam, acı dolu doğum, sakat çocuk, sorunlu evlilik ve işkence ile dolu olan ruhuyla ana karakter Tashi vardır. Bunlar hep sünnet yüzündendir. Birde Amerikalı kocasının Fransız aşığı olan kadın vardır ki özgürlüğü temsil etmektedir. Biri birinci dünyadır. Diğeri üçüncü dünya. (Walley 1997: 347)


Sömürgeci söylem; Afrika'daki kadın cinsel organ operasyonlarını, Hindistan'daki sati (dul yakma), Çin'deki foot-binding (ayak-bağlama) ve Müslüman toplumlardaki peçelenme ile benzeştirmektedir. Walley, sömürgeci bakış açısının çoğunlukla kadınların hak ve özgürlüklerine vurgu yaparken esasen emperyalizmin medeniyet getirme bahanesiyle kendi üstünlüklerini meşrulaştırma aracı olarak kullanılabildiğine de dikkat çekmektedir. 50'li yıllarda Fransız özgür kadınının Cezayirli kadınların peçelerini açma seremonileri buna örnektir. Oysaki Fransız kadının kendisi bile II. Dünya savaşı sonrasına kadar oy kullanma özgürlüğüne sahip değildi. Sömürge tarihinde bu operasyonlara dikkat çekmenin iki ucu keskin kılıç olduğunu belirten Walley'e göre bu tür argümanlar başka taraflara çekilme potansiyeline sahiptir. Örneğin Kenya'da 20'li yılların sonu ve 30'ların başında İskoç Kilisesi Misyonerlerinin klitoridektomiye karşı başlattıkları kampanya, aslında sessiz bir düşüşe geçen uygulamanın gelenekçiler tarafından değil milliyetçiler tarafından yeniden canlandırılmasına sebep olmuştur. (karş. Walley 1997: 347-9)

Robertson'a göre yine bu zamanlarda; Kikuyu yaşlılarının ve genç erkek militanlarının klitoridektomiyi desteklemesinin başka bir sebebide kadınların Nairobi'de ticaret yapmasını kontrol altına almaktır. Çünkü bu durum erkek cinsiyetinin ekonomik üstünlüklerini tehdit etmektedir. (akt. Walley 1997: 349)


Kadın ve kültür-geleneğin sert nosyonları arasındaki ilişki yalnızca üçüncü dünya ülkeleriyle sınırlı değildir. Kristin Koptiuch'ın anlattığı olayda Brooklyn'de yaşayan Çinli bir adam karısını evlilik dışı münasebetten dolayı öldürür. Avukatları onu savunurken kırsal Çin altyapısının dikte ettiği geleneklere vurgu yaparlar. Mahkemeye uzman-tanık olarak antropologda çağrılır. Kendi kültürüne göre karısının adama büyük utanç vermesi sebebiyle yargıç suçlamayı kasıtlı cinayetten, tasarlanmamış adam öldürmeye indirger ve normalde Çin'de bile cinayetle yargılanabilecek bu adam olabilecek en hafif cezayı alır. (5 yıllık denetimli serbestlik) (akt. Walley 1997: 350) Amerika'daki birçok davada benzer şekilde kültürel göreliliğe sığınılıyor. Bu argümanlar sadece ulusdışı kimlik tabanlarından değil aynı zamanda birçok diğer ırksal, etnik, dini kimlik tabanlarına göre de uygulanabiliyor. Kadınlara uygulanan şiddet bu gibi yollarla meşrulaştırılabiliyor. (Walley 1997: 350)





Christine J. Walley, makalesinin sonuç başlığını “Sonuç: Kim konuşuyor?” biçiminde ele almaktadır. Bu kısımda, gerek feminist bakış açısının gerek antropolojik literatürün ve gerekse popüler söylemlerin getirdiği kanaatlerin dışında kesin bir yargı ortaya koyamamaktadır. Walley'nin sonucu daha çok soru sormak biçiminde şekillenmektedir. Örneğin evrenselleştirilmiş insan hakları nasıl olacak ta kültürü içerebilecek? Nasıl olurda Kikhome'lu kadınlar seslerini kilise ve devlete karşı daha güçlü yükseltebilir? Bu operasyonlara ne zaman ve niçin göreli tolerans gösterilebilir? Hangi bağlamlarda bu operasyonalara ahlaki zulüm diyebiliriz? Cevaplarımız Afrikalı kadınları nasıl yaralayabilir ya da onlara nasıl yardımcı olabilir? Birinci ve üçüncü dünya ülkeleri arasındaki küresel politik ilişkiler bu tartışmalara katılmamızı nasıl şekillendirir? Bu uluslar arası tartışmalara katılırken farkında olmadan feminizm, kültürel nasyonalizm, relativizm, humanizm hatta ırkçılık gibi kuvvetli söylemleri kendi sesimizle beraber onların düşüncelerine nasıl sızdırıyoruz? Bu söylemleri hangi ölçüde kullanıyoruz? (Walley 1997: 352)


Yazara göre bu ritüel pratikler uzun geçmişleri olan güç ilişkileridir. Bunlar dünyayı nasıl yorumlamanın ötesinde oynanan rolle ilgilidir. Kenya'lı antropolog Achola Pala-Okeo'ya göre feminist önde durmak yerine bu kadınların savaşında arkadan destek olmalıdır. (akt. Walley 1997:352-3)


Değerlendirme


Walley, yazdığı makalesinde görünen o ki hiçbir taraf tutmamakta, tutulan tüm taraflara da bir ayna tutmaktadır. Daha önce belirtilen haliyle (syf 6) Goffman ve Freud'dan miras kalan “kendiliğin kamusaldan özele, bilinçlilikten bilinçsizliğe bir çok katmana sahip olduğu” düşüncesi ya da bu konuda fikir beyan edenlerin dahi bulundukları konuma göre tutumlarında görülen değişikliğe yaptığı vurgu önemlidir. En ideal haliyle; sünnet seremonisine gururla yaklaşan ve geçiş sonrasında bu operasyonun kalıcı izini gururla taşıyan yetişkinin operasyonlar sırasında kaçtığı, ağladığı, bağırdığı aşikardır. Öyleyse bu kaçan, ağlayan, bağıran kişinin kim olduğu sorulabilir.




Sosyal roller uzun geçmişlerden gelen güç ilişkilerinden doğmakta bu sebeple bu konuda bir çözüm yaratamadığı gibi ancak uzun vadede bir çözüm yaratma olasılığı bulunmaktadır. Bu haliyle Walley'de “bireyin sosyal bir yaratım olduğu, ilişkiler içinde doğduğu ve ilişkilerle belirlendiğini tartışan Marx”ist bakış açısına sahip olduğunu gözlemleyebiliriz. (akt. Bock 2001:372)




Bu makale kendi kültürümüzdeki erkek sünnetinin durumuna da ışık tutmaktadır. Bu tartışmaların, sunna biçimindeki hafif ve erkek sünnetine benzeyen operasyonlardan çok, klitoridektomi ve infübulasyon gibi ağır biçimlerden dolayı küresel bir tartışma haline geldiği gözlenebilir. İnfibulasyonlar ise sonrasında sunnanın dahi tartışılabilir yanlarını gündeme getirmiştir. Erkek sünnetinin böylesi ağır biçimleri olmadığından dolayı hiç gündeme taşınmadığı ortadadır. Yine de kadın sünneti tartışmalarında erkek sünnetinin de bu konuya paralel ele alınması gerektiği kanaatindeyim. Nitekim kültürel fenomenler birbirleriyle örtüşmektedir.

Kolaylık olması için tekrar aktarılırsa “Uygulama ve isimler değişse de yani bu duruma sünnet dense de (kızlarda ya da erkeklerde) bu muamelenin yol açtığı cinsel duygunun kalıcı olarak kaybını gizlemek için kullanılmaktadır.” (Walley 1997: 335) biçimindeki yorum oldukça önemlidir. Gerek kadın gerek erkek sünnetinin; aşkı, tutkuyu, kimi zaman lanetli, kimi zaman hayvansı ya da en pozitif haliyle yaşamın ikincil derecede önemli ve hatta, daha ard sıralarda yararlı gören, kendisinden yabancılaşmış insan düşüncesinin ürünü gibi görünmektedir. Bu “dağlama” operasyonlarının getirdiği işlevler, ekonomik kalkınmanın, endüstriyalizmin, ilerlemeciliğin, üretmenin kutsallık derecesinde başat olduğu yapının (structure) işine gelmektedir. En eski halleriyle köleleştirme uygulamalarında gözlemlenen bu operasyonların modern kölelik biçimlerinde de çeşitli ilüzyonlarla geçerli olduğu iddia edilse bile, Walley'in de belirttiği üzere, bu güç ilişkilerinin karmaşıklığı ve baskınlığı sebebiyle, olası bu tarz bir iddia, marjinallliğe itilmeye mahkum gibi görünmektedir.











Kaynaklar



BOCK, Philip K. İnsan Davranışının Kültürel Temelleri, (Çev. Serpil Altuntek), Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2001


Walley, Christine J. Searcihng for “Voices”: Feminism, Anthropology, and the Global Debates over Female Genital Operations in Cultural Anthropology , University of California Press, Vol. 12, No. 3. (1997), pp. 405-438.


Kadın ve Erkek Sünneti Arasında Bir Karşılaştırma


SIERRA LEONE: Kız sünneti seçim kazandırıyor




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder