6 Kasım 2009 Cuma

ERKEN DEVLET

İÇİNDEKİLER


“DEVLET” VE DOĞUŞU HAKKINDAKİ KURAMLAR

ERKEN DEVLET” ARAŞTIRMA PROJESİNİN VARSAYIMLARI

ŞEFLİKLER

ERKEN DEVLETLERİN DOĞUŞUNU ETKİLEYEN ETMENLER


ERKEN DEVLET ARAŞTIRMASININ YAPISAL VERİLERİ

SENTEZ

DEĞERLENDİRME

KAYNAKLAR





DEVLET” VE DOĞUŞU HAKKINDAKİ KURAMLAR


Tarihsel sırayla devlet hakkında yapılan ilk çalışmalar aşağıdaki tabloda sıralanmıştır. Fortes ve Evans-Pritchard'a (1940) göre “Tüm bu düşünürlerde ortak olan nokta, verilerinin son derece sınırlı olmasıydı. Kuramlarını daha çok, kendilerine inandırdıkları bir geçmiş ile, istedikleri bir gelecek üzerine dayandırmışlardı; yani, ancak yarım yamalak bilinen olguları, böyle bir amaca hiç bir biçimde uygun olmayan verilerle açıklamaya kalkmışlardı.” (Claessen-Skalnik 1993: 7)


1377

Mukaddime

İbn-i Haldun

1532

Il Principe - Prens

Machiavelli

1583

Les six livres de la republique - Devletin Altı Kitabı

Jean Bodin

1642

Leviathan

Hobbes

1690

Two Treatises on Government - Yönetim Üzerine İki Deneme

Locke

1721

Lettres Persanes - Acem Mektupları

Montesquieu

1744

Principi di una Scienza Nuova - Yeni Bir Bilimin İlkeleri

Vico

1748

De l'Esprit des Lois - Yasaların Ruhu

Montesquieu

1762

Du Contrat Social - Toplum Sözleşmesi

Rousseau


Skalnik ve Claessen'e göre; bu tabloda kronolojik olarak en geç tarihte bulunan Rousseau; çeşitli kuramların ve tartışmaların hareket noktasını oluşturmasına karşın, aynı zamanda kendisinden önceki özel bir düşünce döneminin kapanışını temsil etmektedir. Devlet konusunun enine boyuna, tarihsel ve antropolojik verilerle ilk tartışıldığı kaynak ise Friedrich Engels'in 1884'te yayımlanan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli eseridir. (Claessen&Skalnik 1993: 7-8) Engels'e göre “devlet, gelişen özel mülkiyeti koruma gereğinin artması üzerine kurulmuştu.” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 8) Bu durumun gelişimini ise Engels gibi Krader'da (1975) şu şekilde açıklamaktadır:


Topluluğun hizmetçisi onun efendisi konumuna gelir; kabile şefleri, toplumun ilkel toplum durumundan sınıf toplumu durumuna geçerek biçim değiştirmesiyle, yöneticilere dönüşürler. Devletin en kaba biçimi, toplumda, içte barışı koruma, dışta savaş yürütme ve [topluma] su sağlama yollarını denetleme işlevlerini gören doğu despotluğudur. Toplumsal işlevler bu organ [savunmanın bu organları-der.] kanalıyla toplumdan bağımsızlaşınca toplum üzerinde egemenlik kurma noktasına geçtiler” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 9)1

Karl Marx'ta (1859) ise erken devlet; asyatik üretim biçimi diye tanımladığı bir örgütlenme biçimidir. Buna göre; “köy topluluklarında yaşayan üreticilerin sömürülmelerinin toprak üzerinde özel sahipliğe değil çoğu durumda devleti kişileştiren, tanrılaştırılmış ve despotik bir yöneticiye bağlılığa (sadakate) dayan”maktadır. (akt. Claessen&Skalnik 1993:11) Bu durum mal, emek, para biçiminde düzenli veya düzensiz olarak saygı-itaat belirten hediye, haraç yahut vergi denilebilecek ödemelere yol açıyordu. (Claessen&Skalnik 1993:11)


Oppenheimer evrimci nitelikler taşıyan, “fetih kuramı” olarak adlandırılan kuramında (1909), Engels'e benzer biçimde devleti; “toplumsal eşitsizliği onaylama amacıyla düşünülmüş bir baskı aracı” olarak tanımlıyordu. “bu eşitsizlik, fetihten ve bir halkın ötekisini boyunduruk altına almasından doğmuştu. ... {ve} yenilen yanın ekonomik bakımdan sömürülmesinden başka amaç taşımamaktadır. ... böyle bir haracı (tribute) elde etme yolunda gerek duyulan örgüt devlet idi.” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 13)2 Bu görüşü; Thurnwald (1935), Westwermann (1952), Lewis (1966) ve Cohen'de (1974) desteklemektedir.


Lowie (1927); Oppenhaimer'ın bu düşüncelerini; “(a) fethin her zaman devlet oluşumuna yol açmadığını; (b) bazı devletlerin fetihin desteği olmaksızın doğup geliştiklerinin anlaşıldığını ve (c) Oppenheimer'ın kuramının fetihçi halklarının fetihten önce o ya da bu türden bir tabakalaşmaya uğramış olmaları gerektiğini göster”erek eleştirmektedir. O'na göre; “dernekleşme” (association) olgusunun, yani gönüllü olarak birlikte davranan birkaç halkın [people, topluluğun] devletin oluşmasına yolaçmış olabil{ir}.” Buna benzer M.G. Smith'de (1974) devletin, “korporasyon” (corporation) olarak adlandırdığı bir olgudan doğduğunu açıklamaya çalışmaktadır. (Claessen&Skalnik 1993: 13-4)


Çok hatlı evrimcilik düşüncesinde olan Steward'a göre (1955); “evrimci süreçte büyük sıçramalara olanak veren düzenek sulama idi. Çünkü sulama, örgüt, erk ve eşgüdümü gerektiriyordu.”Devletin evrimini “Ayrımladığı evreler ise şunlardı: (1) avcılık ve toplayıcılık, (2) başlangıç tarımı, (3) oluşma [devletin oluşması] dönemi, (4) bölgesel çiçeklenme, (5) başlangıç fetihleri, (6) karanlık çağlar ve (7) döngüsel fetihler.” (akt. Claessen&Skalnik 1993:14-5) Bununla birlikte Wittfogel (1957) de sulamanın devletin gelişmesine yol açtığını savunanlardan biridir. (Claessen&Skalnik 1993: 15) Smith (1969), Downing ve Gibson (1974) ve Mitchell (1973) ise sulamanın; siyasal örgütlenmenin büyüyüp gelişmesine bir şekilde katkısını belirtmelerine karşın; Adams (1966) ve Krader (1975), bu kuramı yeterli görmemektedirler. (Akt. Claessen&Skalnik 1993: 15-6)

Fried (1967); siyasal toplumun evrimini, “(1) eşitlikçi, (2) mertebeli, (3) tabakalaşmış, (4) devletli toplum aşamaları” olarak ayırmaktadır. Fried'a göre; “tabakalaşmış bir toplum, aynı cinsten ve aynı yaş grubunun statüsüne sahip üyelerinin, yaşamın sürdürülmesini sağlayan temel kaynaklara ulaşmaları yolunda, eşitliğin bulunmadığı bir toplumdur.” Devlet ise; “toplumun erkini akrabalığın üstünde bir temel üzerine kuran kurumlar toplamı.” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 16) Engels gibi Fried'da “tabakalaşmayı, ortak mülkiyetin yerini özel mülkiyete bırakmasıyla” formülleştirmekte bu geçişte en önemli etkenin de “kaynaklar üzerinde artan nüfus baskısı” biçiminde çözümlemektedir. (akt. Claessen&Skalnik 1993: 17)


Stauder (1972), Harner (1975), Bakel (1976), Kottak (1972), Schapera (1956), Stevenson (1968) toprak ve nüfus baskısı arasındaki ilişki üzerine, Carneiro (1970), Polgar (1975) ve Webster (1975) bu ilişkilere yani nüfus baskısı ve toprak miktarına, savaş ve fetih değişkenlerini de katarak çözümlemektedirler. Örneğin Cohen; “savaş merkezileşmiş devletin yaratılmasına yardımcı olur.” (akt.Claessen&Skalnik 1993:19) demektedir. Claessen ve Skalnik de bu bağıntının geniş kabul gören, doğru bir görüş olarak nitelemekte ancak bunun neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınamadığını belirtmektedirler. (Claessen&Skalnik 1993: 17-20)


Sahlins (1972); “insanın gereksinimi olandan fazla üretmeye neredeyse doğal olduğu söylenebilecek isteksizliği” ve “insanların, sık sık karşılaşılan bir olguyla, kendilerinin üretmedikleri yiyeceği yemeleri gerçeğinin örtbas edilmesi olanağının {olmadığını}”, artı (surplus) üretim ile şefliğin çıkışı ilişkisinin “çift yönlü” olageldiğini vurgulamaktadır. (akt. Claessen&Skalnik 1993: 20-1)


Goldman (1970) ise; “statü rekabeti” ile açıklamaktadır. Buna göre; “kendilerine statü yüklenmiş ya da kendileri statü elde etmiş kimseler arasındaki çatışmalar, ... yavaş yavaş daha karmaşık toplum biçimlerinin doğmasına yol açarlar” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 21)


Service (1975) Devletin ve uygarlığın kökeninde; “ekonomik eşitsizliğin siyasal erk yapılarının gelişmesinin asal öğesini oluşturduğu yolundaki kuramın zıddı” bir düşüncededir. O'na göre; “siyasal önderliğin, başlangıçta, ekonomik farklılıklarla değil kişisel niteliklerle ilişkili olduğu” yönündedir. “Önderin konumu, işini iyi ve adaletli yapmasıyla güçlenir.” Bu tür karizmatik konumlar ise babadan oğula geçen kalıtsallıkla memurluk makamına dönüşür ve bu yolla eşitsizlik kurumsallaşmış olur. Service, devletin çatışmadan çıktığı düşüncesine uzak ve eşitsizliğin sömürü olarak anlaşılmasını da reddetmektedir. (Claessen&Skalnik 1993: 21-2)

Sonuç olarak bu kuramları Claessen ve Skalnik şöyle özetlemektedir.


Özetle: devletlerin kökenleriyle ve erken evrelerindeki gelişmeleriyle ilgili kuramlar, büyük ölçüde kökenlerle (doğuşu, oluşumu, yükselişi, görünüşü gibi terimlerle belirtilen noktalarla) ilgilidir. ... Yukarıda tartışılan kuramlar, çok kaba çizgileriyle, iki kategoriye ayrılabilir; bunlar:


  1. devleti "toplumsal eşitsizlik" olgusuna dayandıran kuramlar ve

  2. devleti, o ya da bu tür bir "toplum sözleşmesi" olayına dayandıranlardır. Bu kategorilerin mutlaka birbirlerini dışlamaları gerekmemekle birlikte, onları nitelikçe farklı kategoriler olarak görebiliriz.


Daha açık ve somut belirtmek gerekirse, Engels'in ve Fried'in görüşleri, açıkça, devletin, toplumsal eşitsizlik durumunun sürdürülmesine yarayan bir örgüt olarak geliştiği görüşü çerçevesinde toplanan kategoriye girmekte; bu alanda da, eşitsizliğin ekonomik yönüne ağırlık verilmektedir. Fried ve Kottak kadar Engels ve izleyicileri (örneğin Hindess ve Hirst, Terray) kendi bakış açılarını desteklemek için birçok kanıt ileri sürmüş bulunmaktadırlar. Steward, Wittfogel, Goldman da bu sava katılan yazarlar içinde sayılabilirler. Ama bu kimselerin görüşlerinde [ekonomik yönden çok] ekolojik ve örgütsel özellikler üzerinde durulmaktadır.


Engels'den Goldman'a, devlet daha çok içsel gelişmelerin bir ürünü olarak görülmüşken, gene [devleti eşitsizliğe dayandıran] birinci kategoriye giren öteki yazarlar, devletin dış etmenlerden doğduğunu kabul eden kuramlar ileri sürmüşlerdir. Örneğin Oppenheimer, Thumwald ve daha sonra Carneiro, fetihin ve savaşın bir halkın ötekisini boyun eğdirmesine ve sömürmesine yolaçtığı; bunun, var olan eşitsizlik durumunu sürdürerek devlet örgütünü doğurduğu savında bulunmuşlardır. Fetihin ve savaşın baş nedeni olarak Carneiro, nüfus artışından ve kaynaklar üzerinde, nüfusun bunu izleyen baskısından söz etmiştir.


İkinci [devleti sözleşmeye dayandıran] kategoriye giren kuramlar, özellikle Lowie'nin ve Service'in kuramlarıyla temsil edilirler. Bu yazarlar, eşitsizlik ve sömürü gibi etmenlerin varlığını yadsımamakla birlikte, devletin, işbirliğinden ve etkili merkezi yönetimden yararlar elde eden bir halkın ya da toplumsal grubun oluşturduğu yararlı ya da kullanışlı bir dernek olarak doğup geliştiğine inanmaktadırlar.” (Claessen&Skalnik 1993: 23-4)


Erken devletin araştırılması projesinde yer alan Cohen'e göre; erken devletin oluşumu “sistemsel çok nedenli bir süreçtir. Söz konusu etmenler takımının her biri, ya da herhangi bir tekil etmen, bir kez doğup gelişince, öteki etmenleri harekete geçirip, onlara geri beslemede bulunur; onlar da, sıraları geldikte, devletin genel çizgisinde değişikliklere yol açarlar.” (Cohen 1993:44) Bununla birlikte Cohen, tüm bu açıklamalarda marksist tutumu daha doyurucu bulmakta ve bunu şu şekilde açıklamaktadır. “Devlet ile eşitsizliğin korunup sürdürülmesi, kuramsal düzeyde, tarihi despotik bir merkezi denetime doğru itip yönetecek biçimde, birbirleri içinde örülürler.” (Cohen 1993: 47)


Cohen'in açıklamalarına yani devletliği sistemsel, çok nedenli süreçlerle (çağdaş) açıklama girişimlerine örnek Hobhouse (1915), Nadel (1942) ve Wright&Johnson'dan (1975) gelmiştir.


Hobhouse ve ... öteki düşünürler (1915) devleti, içindeki yerel toplumsal birliklerin özerkliklerini yitirip, başlarındaki kimselerin merkeze bağlanıp uydukları hiyerarşik ve merkezi bir yetke (otorite) sistemi olarak tanımlayan” (akt. Cohen 1993:47), Nadel (1942) ise “devletliği [statehood=devlet olma durumunu] şöyle: (1) merkezileşmiş bir hükümet (2) ülke üzerinde egemenlik ve (3) ötekilerden ayrı bir eğitimden geçirilen, üyeleri ayrı bir işlemle alınan,onlara ötekilerden ayn bir konum (statü) sunulan bir yönetici grup olarak görmektedir.” (akt. Cohen 1993:47-8)


Wright ve Johnson (1975), devletliği "enformasyon sistemleri tanımı" ile açıklamaktadır. Buna göre devlet; “içinde uzmanlaşmış yönetici merkezlerin aşağı düzeylerdeki yerleşme yerlerindeki insanların eylemlerini ve etkinliklerini etkileyen kararlar aldıkları total bir karar alma örgütü olarak görürler. Bir [toplumsal] örgütün [devlet sayılabilmesi] devlet örgütü gibi işleyebilmesi için. hiyerarşinin en az üç basamağının bulunması gerekir; ki böyle bir hiyerarşi içinde, üst basamağın, elindeki haber ve bilgiler (enformasyon) hiyerarşinin alt basamaklarında bulunanların davranışlarını etkileyecek biçimde toplanıp, biriktirilip, işlemden geçirilip, özetlenip, öteki basamaklara geçirilir.” (akt. Cohen 1993:48) Bununla birlikte Cohen, Wright&Johnson için şu açıklamayı eklemektedir. “ekonomik örgütlenişin gelişmesiyle siyasal örgütlenişin gelişmesi arasında kesin bir koşutluğun varlığı, yapıtlarında açıkça ortaya konabilmiş değildir.” (Cohen 1993: 48)


Cohen tüm bu yapısal tanımlamaların, “yerel-üstü yetke ve merkezi denetimi yaratan şeyin, aynı zamanda erken devletleri yaratan şey olduğu noktasında birleşmektedir.” demektedir. (Cohen 1993: 49)



ERKEN DEVLET” ARAŞTIRMA PROJESİNİN VARSAYIMLARI


Claessen ve Skalnik devletin kurumlarının; doğuşunun, yapısının ve işleyişinin ortaya çıkarılabilmesi için; İ.Ö. 3000'den, İ.S. 1850'ye kadar uzanan bir zaman dilimi içinde, dünyanın çeşitli bölgelerinden seçilen 21 erken devlet hakkında, konularının uzmanı 22 yazar-akademisyenler topluluğu ile başladıkları araştırma projelerine, kendilerinden önceki çalışmaların nazarında, erken devletin aşağıdaki karakteristik özelliklerini varsayarak başlamaktadır. Geçici çalışma tanımını şudur: "erken devlet, yöneticiler ve yönetilenler olmak üzere iki yeni yetme toplumsal sınıfa bölünmüş bir toplumda, toplumsal ilişkileri düzenleyen örgüttür."


(1) Toplumsal kategorileşmenin oluşmasına, tabakalaşmaya ve uzmanlaşmaya elverecek yeterli sayıda insan vardır.

(2) Yurttaşlık, söz konusu ülke içinde oturmayla (ikametle) ya da o ülkede doğmayla belirlenir.

(3) Hükümet [aygıtı] merkezileşmiştir ve hukuku ve düzeni, hem yetke hem de güç ya da güce başvurma tehdidi kullanarak sürdürmek için gerekli egemen erke sahiptir.

(4) Hiç değilse "de facto" (fiilen) bağımsızdır ve hükümet, ayrılma eğilimlerini (bölünmeyi) engelleyecek yeterli erke ve bütünlüğünü dış tehditlere karşı savunma gücüne (kapasitesine) sahiptir.

(5) Verimlilik (üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi) devlet örgütünün sürdürülmesi için kullanılan düzenli bir artı sağlayabilecek bir noktaya ulaşmıştır.

(6) Nüfusu, yeni yetme toplumsal sınıfların (yöneticilerin ve yönetilenlerin) varlıklarının ayırdedilebilmesine olanak verecek derecede toplumsal tabakalaşma gösterir.

( 7 ) Yönetici tabakanın (yöneticilerin) yasallıklannı(meşruiyetlerini) dayandırdıkları ortak bir ideoloji bulunur.


Bu, yukarıdaki karakteristik özelliklerin herbirinin, erken devletin gelişmesinde nedensel bir rol oynamış bulunmalarının gerektiği anlamına gelmez. Tersine, bunlardan bazılarının devlete doğru evrimin [nedeni değil] sonucu olarak gelişmiş olmaları hiç de olanaksız değildir.” (Claessen&Skalnik 1993:30)


Claessen&Skalnik geçici varsayımlar olarak erken devletin üç tipini ayrımlamaktadır. Bunlar:


(1) emekleme evresinde (inchoate) erken devlet;

(2) tipik (typical) erken devlet;

(3) geçiş evresinde (transitional) erken devlettir.

Emekleme evresinde erken devlet, akrabalık, aile ve topluluk (cemaat) bağlarının hâlâ siyasal alandaki ilişkilere hükmettikleri; tam zamanlı uzmanların ender bulunduğu; vergilendirme sistemlerinin ilkel olmaktan öteye geçemeyip, "ad hoc" [geçici amaçlarla bir kerelik] vergilendirmelerle sık sık karşılaşıldığı ve toplumsal farklılıkların karşılıklılık ilkesinden ve yönetenlerle yönetilenler arasındaki yakın ilişkilerden dolayı birbirlerini dengeleyen bir nitelik taşıdıkları yerlerde bulunur.


Tipik erken devlet, akrabalık bağlarının karşısında, onu dengeleyen [o ülkede doğmuş olmaktan, onun üzerinde yaşamaktan kaynaklanan] toprak bağlarının (teritoryal bağların) bulunduğu; makamların kalıtsal olarak [babadan oğula] geçmesi ilkesinin, bir göreve yarışmayla ve atamayla getirilme yöntemleriyle dengelendiği; [yöneticilere] akraba olmayan memurların ve titr sahiplerinin hükümet yönetiminde önemli bir rol oynamaya başladıkları ve yeniden bölüştürme ve karşılıklılık bağlarının toplumsal tabakalar arası ilişkilerde hâlâ ağır bastıkları yerlerde bulunur.


Geçiş evresinde [ergin devlete], erken devlet ise, kamu yönetimi aygıtında atanmış memurların ağır bastıkları; hükümette akrabalık kanalıyla yapılan etkilerin hükümetin ancak önemli olmayan (marjinal) yönünü oluşturduğu ve üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin doğuşunun, bir pazar ekonomisinin ve birbirine açıkça hasım sınıfların ortaya çıkışının öngereklerinin bulunduğu yerlerde görülür. Bu tip, ergin devletin gelişmesinin önkoşullarını da içinde barındırmaktadır.” (Claessen&Skalnik 1993: 32-3)


ŞEFLİKLER


Erken devleti araştırma projesinde, Service'in (1975) tanımından hareketle şeflikler şöyle formülleştirilmektedir.


Şeflikler, merkezi bir hükümetle, aristokratik bir ethos (değerler takımı) ile kalıtsal hiyerarşik statü düzenlemelerine sahip olan; ama, güce başvurarak bastırma yolunda resmi, hukuksal araçlara sahip bulunmayan ve bölünmeyi önleme yeteneği olmayan sosyo-politik örgütlerdir.” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 31)


Bu örgütler, hemen her yerde, bir şef-rahip çevresinde toplanmış dinsel topluluk biçimini alan yetkeye boyun eğdiği teokratik bir nitelik taşıyor görünürler. Şeflikler, “büyük adamlar” ya da ona benzer önderler tarafından yürütülen daha yalın siyasal örgüt türlerinden çok daha gelişmiş düzeydedirler.” (Claessen&Skalnik 1993: 31)

Cohen'e göre şeflikler, “ayrı bir sınıf oluşturmayı hak edecek derecede devletlerden farklıdır.” O'na göre anahtar fark bölünmededir. Bu durumu şu şekilde açıklamaktadır. “Erken devletin göründüğü zamana dek tüm siyasal sistemler, normal siyasal ve demografik süreçlerinin bir parçası olarak kopma ve bulundukları bölgenin her yerinde benzer birimler oluşturma yönünde, içlerinde saklı bir eğilim taşırlar. Barnes (1967) buna, yerinde bir adlandırmayla "çığ" etkisi” (snowball effect) der; çığ etkisi, siyasal sistemin kritik bir noktaya dek büyüyüp, bu noktadan sonra, erk konumuna kimin çıkacağıyla (varislikle) ilgili kavgalarla, toprak kıtlığı nedeniyle, öteki nedenlerle, küçük birimlere bölünmesidir; bu birimlerin de zamanla, kendi bölünme eşiğini oluşturacak noktaya dek büyüme göstermeleridir. Devlet, bu tür "bölünerek çoğalma" eğilimlerini aşabilen bir sistemdir. Bu yetenek, tümüyle yeni bir toplum türü yaratır. Bu öyle bir toplumdur ki, genişleyip öteki etnik grupları içine alabilir; büyüklüğünün ve gücünün bir üst sınırının bulunması zorunluluğu olmaksızın, daha kalabalık nüfuslu ve daha güçlü durumlara yükselebilir. İnsanlığın bilinen tüm siyasal sistemleri içinde büyüklüğünü ve gücünü böylesine artırabilen tek siyasal sistem, devlettir.” (Cohen 1993: 49)


Cohen, erken devletlerde olduğu gibi “şefliklerde de, memurluk makamlarını dolduran, hükümet etme işlerini yürütmesinde şefe yardımcı olan kimseler bulunur. Ama siyasi gelişmenin şeflik aşamasında, siyasal sistemin yapısı içindeki her bir odak noktası, merkezdekinin kesin bir benzeridir. Piramitsel yapı, baskılarla karşılaştığında ve baskılar onu parçalayacak çapa ulaştığında, her bir parçanın, daha önce bağlı bulunduğu merkezi siyasal yapı hangi memurlar takımına sahipse, aynı memurlar takımıyla donanmış olduğu görülür. Erken devlette ise, merkezdeki makam sahibi memurların bir çoğu [çevredeki] başka hiç bir kimsenin görmediği türden görevleri yerine getirir.” demektedir. (Cohen 1993: 50)


Cohen'e göre; “Bu tür gruplarda, siyasal kuruluşta görülen bölünmeler, toplumsal yaşamın nakarat gibi yinelenen ana özelliğini (leitmotif) oluşturur. Yerel topluluğun boyutları, yerel toprakların yetmeyeceği dereceye dek büyür. İnsanlar tarlalarına varabilmek için gittikçe daha uzaklara gitmek zorunda kalırlar: bunun üzerine, kovandan uzaklaşan “oğul” arılar gibi, o yerden ayrılıp, bir başka yerde yeni bir topluluk kurarlar.” (Cohen 1993: 77-8)


Vansina (1970), “şefin merkezi bir denetim yoluna adımını bir kez atınca, iki yapısal sonuçtan birinin doğacağı sonucuna varmaktadır: Şefler, ya, daha sıkı bir merkezileşme girişimlerinde başarısızlığa uğrayıp şefliğin parçalanmasına yol açarlar; ya da bu yolda başarılı olurlar, makamlara yakın akrabalarının geçmesinin yerini, başkanlık ailesinden olmayan akrabalarının, hatta akraba olmayanların geçilmesine bırakır. Bu ise, merkezden atanmış bürokratlardan oluşan bir bürokrasiye geçirir; bürokrasi için böyle bir sistemde başarılı olmanın ve makam elde etmenin tek yolu, üyelerin (bürokratların) merkezdeki yöneticiye bağlılık gösterip boyun eğmeleridir. Akrabalar, ileride şeflik erkini ele geçirebilecek rakipler oldukları için, hiç bir zaman tümüyle boyun eğmezler. Gerekli siyasal yeteneklere sahip şefler daha yüksek derecelerde örgütlenmeyi gerektiren koşullarda, makamlara adam atama kuralını değiştirmeyi başardıklarında, sistem devletliğe doğru gelişmeye başlar.” demektedir. (akt. Cohen 1993:81) Cohen bu durumu şu sözlerle desteklemektedir. “dolayısıyla [erken] devletlerin, bölünüp kopma olanağının bulunmadığı, ya da bölünmenin kabul edilebilir olmadığı durumlarda doğdukları söylenebilir.” (Cohen 1993:83)




ERKEN DEVLETLERİN DOĞUŞUNU ETKİLEYEN ETMENLER




Cohen, erken devleti yaratan çeşitli etmenler arasında, coğrafi konum, nüfus öğesi, dış ilişkiler, iç etmenler, kültürel etmenleri tartışmaktadır.


Örneğin, Braudel (1972) fizik çevrenin, Akdeniz bölgesinin özgül tarihsel gelişme koşullarını oluşturduğunu söylemektedir. (akt. Cohen 1993: 53-56) Ancak Cohen bunun ancak devletin oluşabileceğini gösteren bir gösterge olarak ele almaktadır. (Cohen 1993: 55) Ona göre; “devletlerin oluşumu hakkında bir anlayışa, yalnızca rüzgarlardan, yağmurdan ve coğrafi konumdan gidilerek varılamaz. (Cohen 1993: 56)


Nüfus baskısının, nüfus yoğunluğunda artışın devletin oluşumunda önemli olduğu düşüncesi Spencer'dan (1897) başlamıştır. Özellikle V. Gordon Childe'da (1936) kentlerin ortaya çıkışının odağını oluşturur. Yapılan araştırmalardan örneğin Harner'da (1970) nüfusun şefliğin görünmesinden öncesinde ve Wright&Johnson'da (1975) devletlerin ortaya çıkmasından sonra3 arttığını göstermektedir. Cohen'in de destekelediği; Netting'e (1972) göre nüfus artışı şefliğin gelişmesinin temellerini hazırlamış olabilir, ama Cohen'e göre devletlik yolundaki gelişmeler başka etmenlere bağımlıdır; ... ortaya çıkabilmesi yalnızca böyle bir artışa bağımlı olmadığı gibi, böyle bir artışın ürünü de değildir. (Cohen 1993: 56-60)


Dış ilişkiler bakımından, Polanyi (1957), Gluckman (1965) ve Braudel (1972) devlet öncesi siyasal kuruluşlar arasındaki karşılıklı ticaretin -ki özellikle uzak bölgeler arasında önemi anlatılmıştır. Buna karşılık örneğin erken Mezapotamya'da ticaret, zaman içinde bir artış göstermiş olmakla birlikte, söz konusu artış ancak devletin kuruluşundan sonra görülmüştür. (Wright&Johnson'dan akt. Cohen 1993: 64) Öyleyse uzak ticaretin, ticaretin dışındaki etmenlere [de] bağlı olarak, devlet oluşumunun hem bir nedeni hem bir sonucu olduğu söylenebilir. (Cohen 1993: 64)


Savaşın devletin koşullarını hazırladığı, Spencer (1897), Gearing (1962) ve Otterbein'da (1970) ele alınmıştır. Moğol imparatorluğunun asker kökenli önderlerin yönetimi altında doğuşu, Amerika kolonicilerinin bölgelerine sızmasıyla savaşların artışına, Cherokee'lerin siyasal merkezileşme eğilimini artırarak yanıt vermesi bu anlamda Otterbein'ın yazdığı haliyle “ordu içinde itaat, siyasal topluluk içinde itaate götürmektedir.” biçiminde kavranmaktadır. Cohen'e göre bu durumlar devlet oluşumuna olanak hazırlayan bir etmen ya da devletin bir sonucudur. Örneğin Service'in Çin'de ve Mezapotamya'da çapulcu göçebelerin akınlarına karşı alınan savunma önlemlerinin, surlu kasabaların gelişmesini etkilediği bununda devletliğe kadar iteleyen bir faktör olduğu bahsedilmektedir. Ancak Cohen “devlet oluşumun hem bir itici gücü ve hem de devletin oluşmasının bir sonucu olabildiğine göre, savaş ile devlet oluşumu arasında bulunduğu ileri sürülen bağıntı, herhangi bir özgül neden ya da sonuç ilişkisi biçimini almaz.” demektedir. (Cohen 1993: 64-71)


İçsel etmenler ise önceki bölümde tartışılan haliyle şefliklerden devletliğe geçişi tartışmaktadır. Bölünme ve merkezileşme arasındaki ayrımın şeflikler ile devletlik arasındaki önemli bir ayrım olduğu vurgulanmıştı. Bunun dışında İbn-i Haldun'un klasik kuramına değinmekte yarar vardır. Bu göçebeler ile tarımcıların etkileşimi hakkındadır. “Göçebe klanlar savaş yolunda bir kez birleşip eşgüdüm tutturduklarında, genellikle, sayı, silah ve savaşkanlık bakımından yerleşik tarımcılardan daha üstün duruma geçerler. ... Bu göçebe gruplardan gelen yeni önderler ve onların izleyicileri, geçici olmayan bir üs, genellikle surlarla çevrili olan bir kasaba kurarlar. ... O yerin yerlisi tarımcılar üzerinde bir yönetici elit oluştururlar. Odak konumundaki bu (merkezi) kasaba, üzerinde bir devletin biçimlenip yükselmeye başladığı bir içkale durumuna gelir. ... Başlangıçta önderler, göçebe topluluklarının çıkarlarını temsil eden kimseler olarak görülürler; ama Spooner (1969) İbn-i Haldun'u izleyerek, onların sonunda daha yerleşik bir yaşama geçerlerken, taraf değiştirip, tarımcıların çıkarlarını üstlendiklerini yazmaktadır.” (Cohen 1993:84-5)



Daha genel kuramsal terimlerle belirtmek gerekirse, devlet ister yerel kaynakların denetimi üzerinde çobanlarla tarımcılar arasındaki bir çatışmadan; ister, gittikçe daha fazla sınırlılıklar içine düşen tarımcılardan; ister dış düşmanlara karşı savunma tepkilerinden doğmuş olsun, her üç durumda ulaşılan sonuçlar hatırı sayılır derecede birbirine benzerdir. Bölünme olgusunun siyasal yaşamın özünde saklı bir nitelik oluşturması eğiliminin yenilmesi ve tek bir erk yapısının sürekliliğinin sağlanması gerekir.” (Cohen 1993: 86)Bu erk yapısı “bir üst yargı (temyiz) mahkemesi sistemi, bir gelirleri toplama sistemi ve bir savaşçı yetiştirme sistemi sağlar; daha genel terimlerle belirtmek gerekirse, devlet egemenliğinin temelini oluşturan bir bilgilendirme (enformasyon) sistemini sağlar.” (Cohen 1993: 87)


Kültürel etmenler olarak teknolojideki gelişmelerin devleti oluşturduğuna dair bir kanıt olmadığını ancak Cohen, sulama konusunun özel bir sorun olup hep gündemde olduğunu ya da tekrar tekrar canlandığını belirtmektedir. (Cohen 1993: 89-91)


Bununla birlikte Hazanov; Okyanusya'nın erken devletleri, toplumları özünde hala taşçağı aşamasındayken [neolitikteyken] eski Yakındoğu'nun devletleri, kalkolitik dönemde; Balkan Yarımadası'ndakiler tunççağında; Avrupa'nın geri kalan bölümlerinin ve Sahra altı Afrika'sının erken devletleri ise, demir çağında ortaya çıkmışlardı.” demektedir. (Hazanov 1993: 117) Ayrıca erken devletin uygarlık ile ilişkisi açısından; “Mezapotamya'nın en eski devletlerinin doğuşları sırasında bir yazılı dile ve kasabalara sahip olduğu doğrudur. Ama Afrika'nın ve Okyanusya'nın, ya da Avrasya bozkırlarının göçebelerinin bir çok erken devleti, doğdukları sırada bir yazılı dile sahip değildi. Ve yöneticilerinin karargahlarını kasaba sayma yoluna gitmedikçe, bunlardan birçoğunda kasabaların bulunmadığını söyleyebiliyoruz. İlkel (primitive) ya da erken (early) devlet, yazılı bir dili ve kasabaları olmaksızın ilkece düşünülemeyecek bir şey değildir.” diye belirtmektedir. (Hazanov 1993: 130)


Din konusunda, “Devlet öncesi toplumlarda, erk sistemi, dinsel inanç ve eylemlerle sıkı bir bağlantı içinde” olduğu, devletin, “kendi yetke sistemini, gücü herşeye yeten ve doğaüstü bir varlık biçiminde sunup, ona bir yasallık kazandırarak, yetke sistemini destekleyecek bir teoloji geliştir”diğini belirtir. (Cohen 1993: 92-5)


Ayrıca Cohen, “hiyerarşik denetim, hiyerarşinin yasallığını artıran ve sağlayacağı yararların önemini vurgulayan bir siyasal kültüre gereksinim yaratır. Bu nedenle, erken devletlerin, şaşmaz biçimde böyle bir ideolojik sistem yaratmalarına şaşmamak gerekir.” demektedir.



ERKEN DEVLET ARAŞTIRMASININ YAPISAL VERİLERİ


Yapılan araştırma projesinin yapısal sonuçları şöyledir.


  1. Örneklememizden erken devletler, birbirlerinden genellikle kesin olmayan çizgilerle ayrılmış coğrafi bölümlere bölünmüş belli bir toprak parçasına (ülkeye) sahiptirler. Bu toprak parçası üzerinde geçici olmaksızın (sürekli) oturan insanlar (birkaç kuraldışı örnek dışında) söz konusu devletlerin uyrukları ya da yurttaşları sayılıyorlardı (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:164)

  2. Erken devlet, bağımsız bir örgüttür (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:164-7)

  3. Erken devlet gelişmesinin belli bir aşamasında yalnızca, bir yönetsel merkeze (hükümet merkezine) sahipti [bunun kent olması gerekmezdi] (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:167-9)

  4. Tüm erken devletlerde ticaretle uğraşılmıştır (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:169)

  5. Erken devletlerde genellikle pazarlar bulunur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:169)

  6. Erken devletlerde genellikle uzak ticaret ile uğraşıldığı görülür (anlamlılık derecesi % 99) (Claessen 1993:169-70)

  7. Ticaret ve pazarlar, erken devletin yöneticisi konumundaki hiyerarşik katmanı için bir gelir kaynağı oluşturur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:170-2)

  8. Erken devletlerde genellikle tam zamanlı uzmanlar bulunur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:172)

  9. Tarım erken devletlerde en ağır basan geçim biçimidir (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:172-3)

  10. Bir artının üretilmesi, erken devletlerin ekonomilerinin karakteristik özelliklerinden birini oluşturur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:173-6)

  11. Tüm erken devletlerde bir egemen ile akrabaları ve bir aristokrasi bulunur (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:176)

  12. Erken devletlerde küçük mülk sahiplerinin varlığı, genellikle görülen bir durumdur (anlamlılık derecesi, % 99). (Claessen 1993:176)

  13. Erken devletlerde genellikle "toprak kiracıları" (tenants) bulunur (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:176-8)

  14. Erken devletlerin toplumsal tabakalaşması her zaman en azından iki tabakayı kapsar (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:178-82)

  15. [Erken devletlerde] yiyecek üretimine dolaysız katılma (çoğu, toplumsal statüler skalamızm alt basamaklarında sıralanmış bulunan) belli bazı toplumsal kategorilerle sınırlıdır. Öteki tüm kategoriler ise, yiyecek üretimiyle yalnızca dolaylı ilişkiler içindedirler (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:182)

  16. Satıcılar [tacirler] dışında tüm toplumsal kategoriler [erken] devlete [bazı] hizmetlerde bulunmak zorunluluğu altındadırlar (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:182-3)

  17. Tüm erken devletlerde vergi ödeme yükümlülüğü bulunur; ve çoğu örnekte aristokrasi de bu yükümlülüğü yerine getirmekle zorunlu tutulmuştur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:183)

  18. Erken devletlerde üretim araçlarına, yani toprağa ulaşma yolları herkese eşit olarak açık değildir (anlamlılık derecesi 99). (Claessen 1993:183-4)

  19. Haraç-vergi (tribute) [erken devletlerde] egemenin ve aristokrasinin baş gelir kaynağıdır (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:184)

  20. [Erken devletlerde] küçük mülk sahiplerinin (smallholders) ve kiracı çiftçilerin (tenants) baş gelir kaynakları birincil (primary) üretimdir (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:185-7)

  21. Erken devletlerde genellikle, egemen ile (ya da yönetici grup ile) uyrukları arasındaki ilişkinin dayandırıldığı bir mitossal ant bulunur (anlamlılık derecesi, % 99). (Claessen 1993:187-8)

  22. [Erken devletlerde] egemenin temel karakteristik özelliği, onun kutsallık konumunda bulunmasıdır (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:188)

  23. [Erken devletlerde} egemenin, halkın üstüne yükseltilmiş durumu, soyağacı içindeki konumu ile açıklanır. Aristokrasi ise ayrıcalıklı durumunu genellikle egemenin soyu ile olan bağlantılarına dayandırır (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:188-91)

  24. [Erken devletlerde] egemen dinsel törenler yürütür (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:191-3)

  25. Egemen, erken devletlerin resmi yasa koyucusudur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:193)

  26. Egemen, erken devletlerde başyargıç konumundadır (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:193)

  27. Erken devletlerde yasa koyma işine her zaman resmi olmayan etkilerin karıştığı görülür (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:193-6)

  28. Erken devletlerde egemen başkomutan olarak görülür (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:196)

  29. Erken devletlerde egemenin genellikle bir koruma birliği vardır (anlamlılık derecesi % 100).(Claessen 1993:196-8)

  30. Erken devletlerde egemenler, halka armağanlar dağıtır (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:198-9)

  31. Erken devletlerde egemen, yaptıkları hizmetler için halkına ödüllendirmelerde bulunur (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:199-200)

  32. Erken devletlerde egemen genellikle adaklar sunar (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:200)

  33. Hükümet hiyerarşisinin aşağı basamaklarındakilere de maaş ve ödüllendirme ödemelerinde bulunulması ve adaklar sunulup armağanlar verilmesi [erken devletlerde] genel bir uygulama olarak görünmektedir (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:200)

  34. Tüm erken devletlerde bir krallık saray meclisi (royal court) bulunur (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:200-4)

  35. Erken devletlerde egemenin akrabaları aristokrasi kategorisine girerler (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:204)

  36. [Erken devletlerde] yüksek makamda bulunma, bir kimsenin aristokrasiden sayılmasını sağlar (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:204-5)

  37. Erken devletlerde bazı klanların başkanları aristokrasi kategorisi içine girerler (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:205-6)

  38. Erken devletlerde aristokrasi, mertebe düzenine ve görülen işe göre içsel bir tabakalaşmaya uğramıştır (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:206-8)

  39. Erken devletlerde dinadamlığı {priesthood}ideolojik temeli destekler (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:208-10)

  40. Tüm erken devletlerde avamdan kimselerin vergi, haraç ödeme ya da benzeri zorunlu ödemelerde bulunma yükümlülüğü vardır (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:210-1)

  41. Erken devletlerde avamdan kimseler genellikle askerlik görevi görme yükümlülüğü altındadırlar (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:211-2)

  42. Erken devletlerde avamdan kimselerin, devlet, aristokrasi ve kamu görevlileri için kol hizmetlerinde bulunma yükümlülükleri vardır (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:212-3)

  43. Erken devletlerde bir yanda egemen ve ailesi, öte yanda avam halk bulunup, aralarında akrabalık ilişkisi bulunmaz (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:214-6)

  44. Tüm erken devletlerde, görevlerin ve yetkilerin devri, siyasal örgütlenişin ilkelerinden birini oluşturur (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:216-8)

  45. Erken devletlerde genellikle [yerel, bölgesel, ulusal düzeylerde olmak üzere] üç basamaklı bir kamu yönetimi aygıtı bulunur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:218)

  46. Erken devletlerde genel görevlilerle daha çok bölgesel düzeylerde karşılaşılırken, bu tür görevlilerle, ondan daha az sıklıkta, ulusal veya yerel düzeylerde karşılaşılır (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:218-21)

  47. Erken devletlerde uzman kamu görevlileri genellikle kamu yönetimi aygıtının üst basamaklarında görülürler (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:221-6)

  48. Erken devletlerde saray meclisi üyeleri (courtiers) genellikle siyasal olaylar üzerinde etkili olmaktadırlar (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:226)

  49. Egemenin ailesinin üyeleri, tüm erken devletlerde, siyasal kararlar üzerinde etkili olurlar (anlamlılık derecesi % 100). (Claessen 1993:226-8)

  50. Din adamları, erken devletlerde karar alma üzerine bir etkiye sahiptirler (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:228-9)

  51. Erken devlette egemen, kendine bağımlılık ve vergi-haraç sağlamak için, tüm ülkesine gezilerde bulunur (anlamlılık derecesi % 99). (Claessen 1993:229-30)


Bu yapısal sonuçlar, “erken devletlerin, ... [çalışmanın başında varsayılan yedi karakteristik özelliğini] sağlam biçimde desteklemektedir. (Claessen 1993:235) Ayrıca yazarlar, emekleme evresinde, tipik ve geçiş evresi olarak tanımlanan ayrımlamayı da kullanışlı ve yararlı bulmaktadırlar. (Claessen 1993: 241)



SENTEZ



Skalnik, erken devletin işleyiş sürecini; kamu yönetsel alanda, Krader'ın yaklaşımını doğrulayarak aktarmaktadır. Krader; “devletin ajanları ortaya çıkınca, bunlar [hepsi de daha önce topluluklar içinde yürütülen] adalet dağıtımı-yönetimi, savaşın ve diplomasinin yürütülmesi gibi aynı görevleri üzerlerine aldılar. Devletin kurumları ve adamları (ajanları) artık hem devletin hem de tüm olarak toplumun çıkarlarını savunup, bu çıkarlar için savaşılar. Bu kendi içinde çelişkili bir ikili çıkardır; bir yanda toplumsal sınıfın temsilcisi olan ve içinde bu sınıfın çıkarlarının örgütlendirildiği devletin çıkarları vardır; öte yanda, toplumsal bütünün çıkarları.”4 (akt. Skalnik 1993: 254) Ayrıca aynı kitapta; 136. sayfa.


Erken devletin işleyiş sürecinde ekonomik alan özellikle vurgulanmaktadır. Skanik; “Gerçekten, erken devletlerin ekonomik temeli, devletin “asıl” öznel stratejilerinin, yani politikalarının yerleştirilmesinin bir koşulu görevini gördü.” demektedir. (Skalnik 1993:259) Bu durum hatırlatmak gerekirse Wright&Johnson'ın enformasyon sistemleri yaklaşımının ekonomi temelli bakış açısıyla örtüşmektedir. Wright&Johnson devletin oluşmasına ilişkin bir şey söylememiş oldukları için konu dışı bırakılıyordu oysaki devletle ilgili konunun bu kısımda ekonomi ile olan ilişkisinin önemi vurgulanmakta.


Erken devletlerin işleyiş sürecinde ideolojik işlev; “... devlet örgütü iki ya da daha fazla etnik grubu kapsayan bir şemsiye gibi görünürken, bazı durumlarda toplumsal bölünmenin etnik bölünme çizgilerini izlediği görüldü. Etnik bütünleşme sürecinin ancak bir bölümü erken devlet evresinde tamamlanabilmişti; ve erken devlet örneklemimize aldığımız devletlerin çoğunda, bir çok farklı etnik grubu bir arada tutan güç, devlet örgütünün gücünden başka bir şey değildi. Devlet hiyerarşisinin genellikle girdiği eğilim, toplumun bütünü içinde görülen herhangi bir etnik farklılıkla uğraşıp onu yenilgiye uğratmaktı.” (Skalnik 1993: 261) Yöneten ve yönetilen gruplar arasında ... bazı erken devletlerde yürürlükte olan devlet öncesi dinsel inançlara ... saygı gösterildi. Onların yönetici hiyerarşileri, bu tür inançları benimsediler ve böylece, boyun eğdirilen toplulukların din uzmanlarıyla yöneticiler arasında bir siyasal-dinsel düalizm, bir “ritüel pakt” doğdu. Yöneticiler daha sonra bu inançlar ile atalarının siyasal erkle ilişkili kültlerinin karışımından oluşan bir devlet dini geliştirdiler. ... , topluluklarının üyeleri de, egemenin tanrısal güçlere sahip olduğuna inanma yolunda eğitildiler.” (Skalnik 1993:262)


Skalnik bu bölümde şöyle bir not düşmektedir. “erken devletin “önemi” ile, onun toplumda ve tarihte oynadığı nesnel rolü anlatmak istedim. Elimizin altındaki veriler, erken devletin kökeni hakkında ileri sürülen tüm “tertip” (nifak) varsayımlarını reddetmemizi gerektiren nedenleri vermekte, öte yandan, elimize, insanlığın evriminde, ötekilerden ayrı bir sosyopolitik örgütleniş türü olarak erken devletin olabildiğince genel nitelikte karakteristik özelliklerini formülleştirme olasılığı bulunmaktadır. (Skalnik 1993: 275)


Claessen ve Skalnik'e göre erken devletin doğuşu; “daha önce varolan örgüt biçimlerinden yavaş yavaş geliştikleri yönündedir.” “Yavaş yavaş gelişme kavramı, bize, belirgin olmaktan oldukça uzak süreçleri gözönüne alarak düşünmemizi gerektiren nedenleri artırır.” Estellie Smith; “sosyokültürel örgütlenmenin basit biçimleri silinip yokolmamış, ya da ancak fosilleşmiş biçimde varlıklarını sürdürmüş olmakla birlikte, daha geniş bir ortakbiçimlenişin (konfigürasyonun) uzmanlaşmış parçaları durumuna gelecek biçimde uyarlanmışlardır.5 demektedir. (akt. Claessen&Skalnik 1993:281) Claessen ve Skalnik'e göre devlet öncesi düzey ile devlet düzeyi arasında kesin bir ayrım yapacak çizginin çekilmesinde bu formülasyon kullanılabilir. ( Claessen&Skalnik 1993:281)


Sonuç olarak erken devletin doğuşundan sorumlu etmenler Cohen'in daha önce alıntıladığımız karşılıklılık ve geri beslemeli çok nedenli süreç doğruluğuyla anılmakta (syf XXX) ve şu şekilde özetlenmektedir.


Tarihsel ilerleme yanısıra, bazı örneklerde karşılıklı olarak birbirlerine denk düşen etmenler takımının etkili oldukları anlaşılıyor. Söz konusu etmenler bir bir ortaya konup, herbirinin önemi tek tek araştırılabilir. Bunu yaparken gerçek tarihsel süreçte sıralarının değiştiğinin görüldüğünü, öte yandan her zaman tümünün mutlaka görülmesi zorunluluğunun bulunmadığını belirtmemiz gerekir. Söz konusu etmenler şunlardır:


  1. Nüfus Artışı ve nüfus baskısı

  2. Savaş, savaş tehlikesi ya da fethedilme tehdidi,, çapul akınları;

  3. Fetih;

  4. Üretimde artış ve toplumsal artıda, haraç-vergide, gönençte artışlar;

  5. İdeoloji ve yasallık kazandırma;

  6. Daha önce kurulmuş devletlerin etkisi. (Claessen&Skalnik 1993:285)


Erken devletin oluşmasının alt sınırı, yani emekleme evresinin başlangıcı tekrar vurgulamak gerekirse “bölünmeyi önleme gücü” ya da başka biçimiyle “ayrılmacı eğilimleri aşabilme” özelliği olarak saptanmaktadır. (Claessen&Skalnik 1993:295)

Erken devletin sonunu yani ergin devlete geçiş evresinin üst sınırı ise “devletin ideolojik temelleri, artık “bu” kavramlara dayanmaktan kurtulur kurtulmaz, erken devlet döneminin sona erdiğini düşünüyoruz.” biçimindedir. “Temel ideolojik kavramlar artık boş, anlamsız gelmeye başladığı zaman, son yakındır. Etkili bir yönetsel aygıt, bu gerçeği daha bir süre daha gizleyebilir; ama yeni kavramlara, yeni rasyonalizasyonlara, yani yeni bir toplum mitosuna duyulan gereksinim, gizlenemeyecek bir durum alır. Bu bakımdan düşülmesi gereken önemli bir not, devlet hiyerarşisinin gittikçe daha çok mülkiyete doğru yönelmesidir. Temel üretim aracı olarak toprak, bir özel mülk nesnesi olur ve devlet örgütü, üretim araçları üzerinde tekelci denetim kurmuş olmaları ile tanımlanan toplumsal sınıfın üyelerinin elinde bir araç durumuna düşer. Böylece “erken devlet” yerini “ergin devlet” örgütüne bırakmış olur.” (Claessen&Skalnik 1993:296-8)


Claesssen ve Skalnik, “erken devlet”i böylelikle en başta yaptıkları tanıma yakın bir anlamda sonlandırmaktadır.


Erken devlet, karmaşık ve en az iki temel tabakaya ya da yeni yetme iki toplumsal sınıfa bölünmüş toplumda, aralarındaki ilişkileri, birisinin siyasal tahakkümünün, ötekisinin vergi-haraç yükümlülüklerinin nitelediği, temelde karşılıklılık ilkesine dayanan bir ortak ideoloji ile yasallık kazandırılan bir yönetenler bir de yönetilenler sınıfına bölünmüş tabakalı bir toplumda, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi için oluşmuş merkezileşmiş bir sosyopolitik örgüttür.” (Claessen&Skalnik 1993:305)



DEĞERLENDİRME



Oldukça kapsamlı yapılmış bu proje, yapısal sonuçlar açısından oldukça tatmin edicidir. Bu tatminlik yalnızca embriyonik devlet açısından değil, ergin devlet denen biçim açısından da hem ironik hem de belirleyici görünmektedir. Burada kolaylık olması için tekrar aktarırsak Estellie Smith'in şefliklerden erken devlete geçerken ki durum için yaptığı formülasyon kanaatimce aynen erken devletten ergin devlete geçiş için de söz konusudur. Şöyle söylemekteydi. “sosyokültürel örgütlenmenin basit biçimleri silinip yokolmamış, ya da ancak fosilleşmiş biçimde varlıklarını sürdürmüş olmakla birlikte, daha geniş bir ortakbiçimlenişin (konfigürasyonun) uzmanlaşmış parçaları durumuna gelecek biçimde uyarlanmışlardır.6 (akt. Claessen&Skalnik 1993:281) Erken devlete ilişkin olgular ergin devletlerde de pekala gözlemlenebilmektedir. Demek ki evrimci bakış açısıyla, ergin denilen devlet, “yetişkin” ya da “yaşlı” devletin başlangıç ve bozuk bir safhası olarak gözlemlenebilir, ya da evrimciliği fazla abartmadan bu çalışmanın bir adı da “devlet”tir.

Aralarda vurgulandığı haliyle bu yaklaşım Marksist bakış açısıyla söylem yönünden değil niteliksel yönden ayrılmaktadır. Bununla birlikte Engels'in belirttiği haliyle “Devlet... önsüzden (ezelden) beri varolagelmiş bir şey değildir. Onsuz yapabilen, devlet kavramından ya da devlet erkinden habersiz toplumlar gelip geçmiştir.” (akt. Claessen&Skalnik 1993: 5) Çalışmanın içinde vurgulandığı haliyle “nifak” kuramı olarak ele alınan Marksist yaklaşım belki de bu sebeple, daha da eski, yani devletle hiçbir ilişiğin olmadığı toplumları incelemeye yönelmiştir. Akal'ın aktardığı haliyle; “Kaldı ki bazı düşünürler, dış koşullardan soyutlanıp, tabii bir ortamda korunabilen toplumların, her türlü değişimi reddeden bir sosyal mantık ürettiklerini ileri sürerler: Clastres'in üretime ya da devlete karşı toplumu gibi...” (Akal 1995:25) Clastres bu nitelik farkına vurguyu özellikle şiddet ve savaşın nasıl kavranıldığı ve nasıl kavranılması gerektiği üzerinden yapmaktadır. “Son yirmi-otuz yıldır ilkel toplumları betimlemeye, onların işleyişini anlamaya yönelen zengin etnografik yazını düşünelim: bu incelemelerin bizi inandırmaya çalıştığı şey, sık rastlanmamakla birlikte, şiddet söz konusu olduğunda bile bu toplumların şiddeti denetlemek, düzenlemek, ayinleştirmek, kısacası yok etmeseler de azaltmak için büyük bir çaba gösterdikleridir. Şiddet üzerinde duruluyor, ama daha çok ilkel toplumlarda uyandırdığı korkuyu göstermek, bunların sonunda şiddete karşı toplumlar olduklarını göstermek için.” (Clastres 1992: 172) Clastres Marksist olduğunu söyleyenleri eleştirmekte (Clastres 1992: 157-719 bir bakıma da Marksist bakış açısını derinleştirmektedir. Bu anlamda “erken devlet” isimli, çoğunlukla yapısal olan çalışma Malinowski'den bildiğimiz “onun dünyasını onun görüşü ile kavramak” (Akt. Bock 2001:311) yönünden muhakkak-zaten eksik kalmaktadır. Kanaatimce marksist antropoloji bu boşlukla ilgilenmekte, niteliksel farkı derinleştirmeye ve böylelikle “nifak”ın nerede olduğunu saptamaya çalışmaktadır.


















KAYNAKLAR





AKAL,Cemal Baki. Yasa ve Kılıç, İstanbul, Engin Yayıncılık,1995



BOCK, Philip K. İnsan Davranışının Kültürel Temelleri, (Çev. Serpil Altuntek), Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2001



CLAESSEN, Henri J. M.- SKALNİK, Peter. Erken Devlet, (Çev. Alaeddin Şenel), Ankara, İmge Yayınları, 1993



CLASTRES, Pierre. Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu – Siyasal Antropoloji Araştırmaları, (Çev. Alev Türker- Mehmet Sert), İstanbul, Ayrıntı Yayınları,1992





1Köşeli parantez içindekiler çevirmenin notları.

2{} biçimindeki parantez benim notlarım. R. Kaya

3Vurgulamalar yazara ait.

4Köşeli parantez içindekiler Peter Skalnik'e ait.

5Vurgulamalar Claessen ve Skalnik'e ait.

6Vurgulamalar Claessen ve Skalnik'e ait.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder